Nefret! Mısır’ın diktatörü Sisi’ye karşı hissettiğim şeyin tam adı, tam tamına nefret! Binlerce gül yüzlü kardeşimizi katletmiş, binlerce gül yüzlü kardeşimizi zindanlarda çürütmüş, çürütmeye de devam eden, Amerika başta olmak üzere bilcümle emperyalistin “İhvan çizgisini yok etmek” isimli ajandasını takipten başka bir vazife bilmeyen Sisi’den nefret etmeyip de ne yapayım? Bu heriften nefret etmezsem insan kalmaya, Müslüman kalmaya nasıl devam edeyim?
Yenilgi!
Türkiye’nin, Tahrir ayaklanması ve devam eden süreçte Mısır politikasıyla ilgili olarak yaşadığı şeyin adıysa, adını yerli yerince koymak mecburiyetindeysek, yenilgi.
Bu yenilginin üç yüzü var.
İlk yüzünde şu var: Muhammed Baradei ile İhvan’ın anlaşmasını içeren ve Mısır’da bir geçiş demokrasisi öngören süreçte Türkiye, “yapabiliriz, başarabiliriz” heyecanıyla Baradei’siz, sadece İhvan’ın girip kazanacağı bir seçimin arkasında durdu. Nasıl ve ne şekilde olduğunu detaylarıyla bildiğim bu süreçte pek çok “akıl”, Mısır gibi kırılgan bir ülkede Baradei’li geçiş demokrasisi planını “sıtmaya razı olmak” mesabesinde görse de bunun en doğrusu olacağını düşündü. Elbette olayların nasıl gelişeceğini sadece Allah bilir ancak bu geçiş süreci için Türkiye olumlu bir inisiyatif kullansaydı mesele farklı seyredebilirdi.
İkinci yüzünde şu var: Mısır’ın, Katar, Türkiye ve İran ile (evet: İran ile) yakınlaşmasının ve birlikte hareket etmesinin oluşturabileceği havayı dünyadaki herkesten önce lanet olası emperyalistler fark etti. Gezi olayları ile paralel ilerleyen gösteriler, İhvan’ı yapmadığı ve asla yapmayacağı şeylerle suçlayan emperyalistlerin laboratuvarı haline geldi ve hepimizin hatırlayacağı şekilde bu Sisi isimli diktatör, emperyalistlerin kapı kulluğuna soyundu. Türkiye’nin gücü, bu emperyalist bloğun gücünü alt etmeye yetmedi, yetemedi. Ama bir Allah’ın kulu da çıkıp “Türkiye bunun için her şeyiyle mücadele etmedi” diyemez. Alnını karışlarım.
Üçüncü yüzünde şu var: Türkiye, Mısır’da da, dünyanın dört bir yanında da İhvan çizgisini desteklemekten ve onlarla “aynı derdi taşımaktan” başka bir ajanda gütmedi. Görünen o ki gütmüyor da.
Şimdi de “özür dileriz Esma” yazan şaşkınların da çok iyi bildiği ama alkış almak için bilmezden geldiği yalın gerçekleri yazalım.
Türkiye, son 15 yıldır siyasal olarak hep İhvan çizgisinin yanında durdu ve bilhassa Mısır’da “pahası ne olursa olsun” bu tavrından vazgeçmedi. Sisi, defalarca “kapı çalmasına” rağmen, o kapıyı hep kapalı tuttu. Bedel ödemeyi göze aldı.
Belki bizim şaşkınlar bilmiyordur ama çok ama çok önemli bir şey yaşandı dünyada. Siyonist köpekler, Gazze’de bir soykırıma başladılar. Bu, aralarında Lübnan, Suriye, Irak, Ürdün, Mısır, Katar ve Türkiye’nin olduğu bir haritayı “birinci derece riskli” bir harita haline getirdi. Hem bu haritada oluşan riski izale etmek, hem de Gazze için daha çok inisiyatif kullanabilmenin yolunu aramak için gereken şeyse doğal olarak “bir araya gelmek” oldu.
Cumhur-başkanı Erdoğan ile diktatör Sisi arasındaki görüşmenin bu paranteze dair bir görüşme olduğunu ve “olmak zorunda olduğunu” anlamamak için körden ileri olmak lazım gelir.
Diğer yandan şu da var: Mısır istihbaratı ile Sisi’nin Gazze konusunda çok farklı düşündükleri sır değil. Dolayısıyla odağında “Gazze” olan Erdoğan-Sisi görüşmesi, bu makasın Gazze konusunda hiç olmazsa “daha şerefli” durmaya çabalayan Mısır istihbaratı lehine biraz daha kapanmasına da yaramıştır.
Şu da: Bu görüşme, Mısır İhvanı’nın “onaylamıyoruz, istemiyoruz” dediği bir görüşme olmadı. Sessiz kaldılar. Dolayısıyla en azından “özür dileriz Esma” yazan etkileşim bağımlılarının aksine, İhvan’ın bu görüşmenin anlamsal karşılığına dair bir fikri ve hatta onayı olduğuna dair net bir kanaatim var.
Mesele Fetullah köpeğine gelince “Bekara karı boşamak kolay” demeyip cansiparane şekilde bu sümüklüyü savunan etkileşim bağımlıları; mesele arkadaşlarını öldüren diktatörle “Gazze parantezi”nde görüşmek zorunda kalan Erdoğan’a gelince maşallah aslan kesiliyorlar.
Bir yandan kendi basit, sümüklü, nefsani öykülerini, bir yandan “kimse benim kıymetimi bilmiyor” sabuklamalarını güya “Müslümanların derdiyle dertlenmek” gibi son derece cancanlı bir ambalaja saran bu adamlar, hepimiz için ama hepimiz için “çok zahmetli” hale geldiler.
İş her türlü finansal operasyonla ticaret yapan sponsorlardan para toplamaya gelince “maslahat yahu, maslahat” diye kara kaplıdan deliller üzerine deliller getiren bu çizgi film karakterleri, iş Erdoğan’ın Sisi ile “maslahatın feriştahı” gereği görüşmesine gelince “özür dileriz Esma” diyorlar. “Sen git de kurtaramadığın sümüklü mehdi çakmasından özür dile, senin Esma ile ne alakan var?” diye sormuyoruz ya, ondan oluyor.
İnsanın en çok ama en çok üzüldüğü yer ise Türkiye’deki “sürülmüş tarla” sayısının her geçen gün bir şekilde artıyor olması. Allah sonumuzu hayretsin.
Unutuyordum. Bir not: Başlıkta alıntıladığım şarkının aslı Beşşar’a yazılmıştır. Biz, 2013-2014 sürecinde Üsküdar’ın fişek gibi delikanlılarıyla kah Saraçhane’de, kah elçilik önlerinde, kah meydanlarda Sisi isimli diktatörü telin etmek için uyarlamıştık şarkıyı. “Ey yalancı, ey Amerikan uşağı / defol git Sisi” diye bağırıyorduk. Şimdi acaba “özür dileriz Esma” yazan etkileşim bağımlıları bu şarkıyı Fetö’ye uyarlayıp “ya kezzabi, ya a’milil Amrikani / yallah irhal ya fetö” diye okuma cesareti gösterebilirler mi? Neyse, zor sorular sormayalım. Etkileşim bağımlısı hocalarımız Gazze’yi kurtarmakla meşguller
değil mi?