Önce alanı bir temizleyeyim kendi adıma.
Bir: Suud yönetiminin değil bir Osmanlı subayı olan, Cumhuriyet’in banisi Mustafa Kemal’e, bugün yaşayan Kamalistlerin en ahmağına bile hakaret etmesi haddine değildir. Sokaklarda “Gazze” denilmesini yasaklamaya çabalayan; ömrü boyunca Müslümanların ve mazlumların yanında yer alma cesareti gösterememiş; Ebu Ubeyde’nin değil kendisinden, kefiyesinin renginden bile rahatsız olan bu dikta rejimi batacağı yer neresiyse oraya batsın. Umurumda değiller ve hiçbir zaman da olmadılar.
İki: Bu suni krizi yönetemeyen, hatta bana sorarsanız bu krizin çıkmasını bizatihi isteyen TFF Başkanı Büyükekşi ve adamları bütünüyle ve derhal istifa etmelidirler. Hatta siz bu yazıyı okurken istifa haberi belki de gelmiştir. İstifanın da yeterli olduğunu düşünmüyorum ayrıca. Hukuk işini yapmalı, derinlemesine bir soruşturma başlatmalıdır. Varsa bir FETÖ yahut başka bir örgüt iltisakı, ivedilikle ortaya çıkarılmalıdır.
Üç: Ali Koç ve Dursun Özbek de yönettikleri kulüplerin başkanlıklarından derhal istifa etmelidirler. Süper Kupa finalini 6 Şubat’ta yaşadığımız asrın felaketinin yaralarının sarılması için büyük bir organizasyona çevirmek yerine yahut hiç olmazsa iki kulübü de bağrına basma sözü veren Azerbaycan’da oynamak yerine “Suud bu işlere iyi para veriyor” diyerek “cukka doldurmaya” çabalayan bu iki ismin bu iki önemli takımımızı yönetmeye devam etmesi bence “utanç vesikası”dır bu saatten sonra.
Bu üç madde burada bir dursun.
Gelelim asıl derdime. Bu krizin aslında “çıkarılmış bir kriz” olduğunun ortaya çıktığını inkâra yeltenen kim varsa ya belge okumayı bilmiyordur ya da dümdüz kötü niyetlidir.
Şundan: Aylardır kamuoyunun tartıştığı ve kahir ekseriyetinin “oynanmasın kardeşim bu maç Suud’da” dediği bu organizasyonda takımların dakika dakika ne yapacakları, statta Cumhuriyetimizin 100. Yılı kutlamalarının nasıl olacağı, Mustafa Kemalli görsel şov düzeneklerinin nasıl kurulacağı ve nasıl gösterileceği bir protokolle, hem federasyon yetkilileri hem de kulüpler tarafından imza altına alınmış mı? Evet, alınmış. Suudi Arabistan’ın milli marşının da o statta okunacağı bu protokolde yazılı mı? Evet, yazılı. Sahaya herhangi bir pankartla, idmana herhangi bir tişörtle çıkılması talebi Suud’a iletilmiş ve protokole eklenmiş mi? Hayır, iletilmemiş ve eklenmemiş.
Son dakika tişört ve pankart talebi olunca Suud demiş ki “Çıkamazsın kardeşim. Benimle imzaladığın protokol buna müsaade etmiyor. Değil mi ki parayı ben veriyorum, düdüğü de ben çalacağım.”
Mesele bundan bir gram eksik de değil bir gram fazla da değil. Hem Suud’un kendilerine ateşleyeceği parayı cukkalama niyeti var başkanların hem de dayılık taslıyorlar bile isteye. Durum budur. Durum bu olmasaydı, TFF ile iki kulübün ortak açıklaması “Birtakım sorunlar oldu da ondan şey ettik, ekiki ekiki” şeklinde olmazdı. Adam gibi, kükreyen, “Krizse kriz ulan” tadında bir açıklama olurdu.
Şunun adını doğru düzgün koyalım. Dursun Özbek’in bu işteki tam rolünü anlayamadık ama bu krizin Ali Koç tarafından “suni bir kriz” olarak çıkarıldığı olayın gelişimini izlediğinizde o kadar belli ki. Bulmuş iradesiz, ne dediği belli olmayan, kriz yönetimi şöyle dursun “kriz ne demek” onu bile bilmeyen TFF’yi, tepinip geçti, işini yaptı adam.
Peki, ne oldu bu krizle? Daha doğrusu ne olur bu krizle?
Şunlar olur:
Bir: Zaten Araplardan nefret etmeyi bir ideolojik itikat haline getirmiş bulunan Kamalistler bu nefretlerini üzerimize boca ederek izhar ederler. Çoğu Paşa’nın kendisine bile ait olmayan Mustafa Kemal sözleri paylaşırlar sosyal medyada. Gazze’den niçin uzak durduklarını izah edebilecekleri saçma sapan bir argümanları daha olur.
İki: Seçim kampanyasını başlatmış olur Ekrem İmamoğlu. “Bayrağını alan gelsin, Atasını seven gelsin” hayhuyu arasında paçalarından akan samimiyetsizlikle oy devşirmeye çabalar. Çabalıyor da. Fakat biz bu “sinik 28 Şubat numaralarını” Cumhuriyet Mitinglerinden de biliyoruz zaten. Sonuçları CHP açısından pek acıklı olmuştu o mitinglerin.
Üç: Ermeni lobisinin emriyle Disney’in yayından kaldırdığı Atatürk dizisi için ağzını açıp tek kelam edemeyen ünlümsüler “olmayan haysiyetleri”ni kurtarma yarışına girerler. Girdiler de.
Fakat bence olan yine Mustafa Kemal’i samimiyetle seven, ona bir şekilde vefa gösteren insanlara olur. Önümüzdeki yerel seçimde “ya işte görüyorsunuz, Suudi Arabistan’da Atamıza hakaret edildi, mecbur PKK ile birlikte gireceğiz seçime” dolmasını afiyetle yedirmeye çabalarlar bu insanlara yine.
Sonun sonunu söyleyeyim. Mustafa Kemal’in “Ne mutlu Türküm diyene” sözüne yine de itiraz etmezdi bence Suud yönetimi. Onların asıl derdi “Yurtta sulh cihanda sulh” pankartıyla olmuştur. Bunun Gazze’ye yönelik olarak anlaşılabilecek olması ihtimali deliye döndürmüştür herifleri. İsrail korkuları yüzünden “protokol” dayatması yapmışlardır.
Hayalini kurduğum Süper Kupa finalinde Galatasaray ve Fenerbahçe ya Filistin bayraklarıyla çıkıyorlardı maça yahut formalarının altından Gazze’de ateşkes isteyen sloganlar çıkartıyorlardı. Böylece hem Galatasaray hem de Fenerbahçe, 2 milyarlık İslâm âleminin de, 7 milyarlık “vicdanlı insanlık” âleminin de sevgilisi oluyordu. Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutlamış, Mustafa Kemalli görsel şovu yapmış, dünyaya Gazze mesajı vermiş iki “süper kulüp” olarak dönüyorlardı memlekete.
Olmadı. Süper Kupa finali organizasyonu bu haliyle hem İsrail’in bölgedeki bütün çıkarlarına hizmet eden hem de her iki ülkenin eski ve yeni laiklerinin tepe tepe kullanacağı bir rezalete dönüştü/rüldü. “Kepazelik” desem, inanın o bile değil.