Rastgele ve peş peşe gördüğüm bazı araştırma sonuçlarından biri şöyle: “Hetero erkeklerin homofobikliği iklim krizinin sebeplerinden biri olabilir.” ABD’de yapılan araştırmada heteroseksüel erkekler “eşcinsel zannedilmekten korktukları için” geri dönüşüm yapmıyor ve bez çanta kullanmaktan kaçınıyormuş. Yani herhangi bir erkeğin “eşcinsel görünmek” için harcadığı kozmetik malzemeleri değil de, heteroseksüel erkeğin kullanmadığı bez çanta tehdit ediyormuş iklim krizini.
Bir diğeri şu: “Erkeklerin yüzde 98’i trans bireylerle flörtleşmek istemiyorlarmış.” İşte homofobi bu demekmiş ve bunun mutlaka değişmesi gerekiyormuş.
Düzayak, dümdüz, mis gibi “bu heteroseksüel erkeklerin alayı Nazi” deyip geçmek yerine böyle dolambaçlı yollara niçin tevessül ediyorlar bilmem. “İnsan doğasına uygun gördüğümüz cinsel oryantasyon eşcinselliktir; bunun dışındaki oryantasyonları kabul etmiyoruz” deseler daha dürüst olurlar en azından.
Bir başka araştırma sonucu: “Bilmem nereli bilim adamları, evlenmeyen ve çocuk doğurmayan kadınların evlenen ve çocuk doğuran kadınlardan bilmem kaç kat daha mutlu olduğunu ortaya koydu.”
Nasıl, bu da mis gibi bir araştırma değil mi?
Madem onlar adını doğru düzgün koyamıyor, biz doğru düzgün koyalım da âlem tespit görsün: Epikürcü hazcılık Platoncu yaşamcılık karşısında kesin zaferini ilan etmeye hazırlanıyor. “İnsan türünün devamını” temel gündem maddesi olmaktan çıkaran hazcılık, yavaş yavaş dünyanın sonunu hazırlıyor.
Hadi bir başka çıkma. Kendini bir “halt” zanneden yarı liberal yarı solcu bir “sosyal medya düşkünü” geçenlerde şu minvalde bir şeyler geveledi güya ironi mahiyetinde: “Köyde Netflix izleyen amcalar komple eşcinsel olmaya karar vermişler.”
Yani diyor ki “bu Netflix’teki propagandaya bakarak kimse eşcinsel olmaz, kimse içkiye, sigaraya, uyuşturucuya başlamaz. Bu büyük ve sınırsız özgürlük alanını denetlemenin lüzumu yoktur.”
“Hoşt desen hoşta yazık, puşt desen puşta yazık” dermiş eskiler. Tam o hesap işte. Hiçbir kurumsal ahlaki yasa, yaşamın devamı için hiçbir önermeler bütünü tanımayan hazcı modern birey sadece ve sadece “yaşadığı zamanı kendisi için mutluluk verici bir an’a” dönüştürmeye çabalıyor, başkası değil.
Üstelik bu satırları okuyunca yine başlarlar “yine mi modernizm eleştirisi?” diye. Çünkü akışkan modernizmin sürekli yer değiştiren hakikat düzlemine esir olmuş durumdalar ve bunun eleştirilmesine dahi tahammülleri yok.
Akışkan modernizm için hakikat “tanımı sürekli pazarın ihtiyacına göre değişen” bir “pazar agresyonu” biçimidir. Başkası değil. Bugün eşcinsellik satıyorsa hakikat odur, yarın veganlık satacaksa hakikat odur, ertesi gün pedofili satacaksa hakikat odur. Bugün en iyi ruj mavidir, yarın pembe olacaktır ve fakat sektör, müşterisini daima elinde tutacak ve ona satacaktır. Bir gram fazlası değil.
Kızıyor musun? Kızma bana. İlla birine kızacaksan Gramsci dayımıza kız mesela. Küresel kültürel hegemonyanın nasıl “popüler kültür” ürettiğini, bu popüler kültürün geniş kitleleri “elde tutulabilir müşteriler” kılmak için ne numaralar çektiğini ondan öğrendim vallaha. O işçi sınıfının varlığını devam ettirebilmesinin bir “karşıt kültür” oluşturmasına bağlı olduğunu vaz’ ediyordu, bense artık bütünüyle insan türünün devam edebilmesinin yegâne yolunun bir karşıt kültür üretebilmekte olduğunu düşünüyorum.
Niye yazdım bunca şeyi? Şundan. Bu kurban bayramında da akışkan modernizmin yeni hakikati olan “hayvan sevgisi” üzerinden kurban ibadetine salvo üzerine salvo geldi. En son Üsküdar balıkçılarında mevsimin güzel balıklarını seçerken gördüğüm Ataol Behramoğlu bile “hayvan kesmek vahşettir” türü şeyler söyledi mesela. Kebapçılarda çektirdiği fotoğraflarından (da) bildiğimiz Şirin Payzın “hayvan keseceğinize burs verin” dedi mesela. Çünkü modern birey için hayvan “kesilen” değil eti şarküteri reyonunda paketlenmiş olarak “satılan” yahut kebapçıda önüne “servis edilen” bir şeydir.
Vegan bireylerin zırvalarına gelince… Onları Ataol Behramoğlu kadar bile ciddiye almadım. Zira kendi yaşam tarzlarının yegâne yaşam tarzı olduğunu düşünen insanları ciddiye almamayı öğrenecek kadar uzun yaşadım. Biraz kaba olacak ama söylemek lazım: “Defol git, hangi otla beslenmek istiyorsan onunla beslen güzel kardeşim. Ne karışırım ne tek bir laf ederim sana. Ama benim yaşamıma, yaşamsal tercihime “pazar agresyon”un üzerinden saldırmaya kalkarsan işte o ‘defol git’i yersin suratına.”
Modernizmin büyüsü tam da burada işte. O anda ortaya koyduğu “hakikat”i tek, yegâne, biricik hakikat olarak lanse etme gücü var.
Hal böyle olunca da “madem Müslümanlar modernleşti, ibadetleri de modernleşsin, hayvan kesmek yerine başka bir şekilde kurban ibadeti bulsunlar” diyen hırbolara “ya abi, bir git Allahasen” demekten başka çare kalmıyor elimizde.
Öyle deyince de “yobaz” biz, “gelişmiş” onlar oluyor ya, ona yanarım bir tek.