Cumartesi günü yayınlanan “Kuzey İslamının çıkış yolu: Doğal Tarım” başlıklı yazımı “belki buradan devam ederiz” diyerek bitirmiştim. Bu, odur.
Yargıyla başlayayım: Yanlış başlayanın doğru gitme ihtimali yoktur. Ne ki doğru başlayanın yanlışa evrilme ihtimali çoktur.
İslam tarihinin, özelde İslam düşünce tarihinin (“İslam düşüncesi diye bir şey olmaz” diyen profesör düzeyindeki cahiller yazının bundan sonrasını lütfen okumasın) bütünü böylesi örneklerle doludur.
Ehli Sünnet yaklaşımının en temelde “doğru bir başlangıç” yapmak üzere dinî bilgiyi sistematize etme çabası olduğuna şüphe yok. Şüphe duymamız gereken şey, bu doğru başlangıcın sonradan “yanlış çıktılarla iç içe” bazı görünümlere ulaşıp ulaşmadığı. Ne ki, bundan neredeyse hiç şüphe duymaksızın yaşayıp gitmeyi “Ehli Sünnet müdafaası” olarak konumlandıran isimlerle alabileceğimiz mesafemiz de yok ne yazık ki. Bugün benim “din dili sıkışması” olarak adlandırdığım şey tam olarak budur işte.
Peki ama bunu başaramazsak, yani “doğru başlangıcın yanlış çıktılarını” süpürüp, alan temizliğine girişmezsek ne olur? Hiç uzatmadan söyleyeyim. Zekeriya Kurşun Hoca’nın “Mezar kırıcılığın ideolojik kökenleri” yazısında işaret ettiği şey olur. “Hanbeli yorumu” olarak başlayan hareket kısa sürede Vehhabilik isimli “akıl tutulması ideolojisi”ne dönüşür. Yahut “Hanefilik içinde” başlayan bir hareket kısa zamanda sofistike bir Bâtınîliğe, hatta Hurufiliğe dönüşüp FETÖ adını alır.
Bunu ben değil, Matüridilik uzmanı bir isim olan Hilmi Demir hoca örneklesin. Demir, Kur’ân’da geçen “Hz. Musa ve Hızır kıssası”nı İmam Matüridi’nin ve FETÖ isimli kahpelik organizasyonun nasıl yorumladığını karşılaştırarak nefis bir “zihin açma” faaliyetinde bulundu çünkü geçenlerde.
Kıssayı özetleyecek değilim elbette. Uzun uzun okumanızı önermekle yetineceğim.
Gülen’in “baş yorumcusu” Ali Ünal’a göre bu kıssada Hz. Musa zâhirî bilgiyi, Hızır ise bâtınî bilgiyi temsil eder. Makbul olan ise elbette zâhirî bilgi ile hareket edenin bâtınî bilgi ile hareket edene tabi olmasıdır. Bâtınî bilgiyi elinde bulunduran lâyüseldir, sorgulanamaz. Gülen, bu kıssadaki Hızır olduğuna, yani bâtınî bilgiyi elinde tuttuğuna göre onun sahip olduğu bilgi ve yorum da sorgulanamaz. Senin zahiren yanlış gördüğün şey Gülen’in bâtınî bilgileri doğrultusunda doğrudur. Bu manada kesin bir itaat kültürü geliştirmek gerekir. Çünkü “bilginin kaynağında ve düzeyinde oluşan” bu farklılık seni buna icbar eder.
İnceyi görelim mi? Bu yoruma göre bir kez “bâtınî bilgi Gülen’dedir, şeyhimdedir, hocamdadır” dedikten sonra artık sizden sorumluluk da kalkar. Hocanın, Gülen’in, şeyhin dediğini harfiyen uygulamak dışında yapacağın bir şey de yoktur.
Peki İmam Matüridi nasıl yorumluyor bu kıssayı? Şöyle: “Musa ile Hızır’ın yolculuğu Hz. Musa’ya vahiy ile bildirilmiştir. Üstelik o kıssada geçen insanın Hızır olup olmadığını da bilemeyiz, bilmemize de gerek yoktur. Dahası, bu kıssa Hz. Musa’yı bağlar çünkü o peygamberdir ve ona vahyedilmektedir. Bize gelince, yani peygamber olmayan ve vahiy almayan biz kullara gelince, ilim için birine uyduğumuzda o kişinin haksız ve kabul edilemez davranışlarını terk etmemiz gerekir. ‘Bir hikmet vardır’ zannıyla herhangi bir haksızlığa göz yumamayız.”
Şöyle diyor Koca İmamımız: “Bir kimse ilim aldığı bir şahısta bir takım kabul edilemez ve haksız davranışlar gördüğü zaman üzerine düşen yükümlülük o kişiden ayrılmak ve ondan ilim almamaktır.”
Biz, yani kendisini Sünni olarak tanımlayıp tanıtan insanlar, zâhirî olana, görünür alanda olup bitene göre davranmak zorundayızdır.
Benim, doğru başlamayanın doğru gitmeyeceğine dair kanaatim kesindir. Ancak doğru başlayanın nasıl da “yanlış” bir yere gidebileceğini görmemek için de ya kör olmak, ya tüccar olmak ya da dinin genetiğini değiştirip millete kimyasal zehir yediren bir vicdansız olmak gerekir.
Hem körlüğü hem tüccarlığı hem de genetik mühendisliğini ayrı ayrı yazarak devam ederiz buradan.