“Ahlakı, hayat tarzı, dünya görüşü ne olursa olsun her insanın, insan olmak bakımından insan onurunu korumak gerekir. Hicret edeceği gece Efendimiz (s.a.v)’in evinin önünde suikast için bekleyen müşriklerin biri perdeyi açıp içeriye bakmayı teklif edince, diğerleri bunu şiddetle reddeder ve bunu öğrenirlerse Arapların kıyamete kadar kendilerini ayıplayacağından korkarlar. Hücresinin perdesini aralayarak kendisini görmek isteyen bir kişiye Efendimiz(s.a.v) ‘senin gözlerini çıkarırım’ demiştir. Öyle bir sözdür ki bu, en öfkeli anında bile böyle bir söz duyan olmamıştır onun ağzından.
Öyle rezil bir döneme denk geldik ki insanlığın var olduğu günden beri koruduğu en asgari hassasiyetler bile yok oldu gitti. (Mustafa Sarıgül’ün durumunda) kişi işlediği varsayılan günahın hesabını eşine ve Allah’a verir. Bu kadar basit.
İslam ceza hukukunun istinat ettiği en temel ilke, önce gizlemektir. Resulullah (s.a.v), çok defa günahını itiraf edip ceza isteyen kimseleri duymazdan gelmiş ve gizlemeyi öncelemiştir.”
Benim de imzamı çekinmeden atacağım bu satırlar, sevgili Muhammet Yazıcı hocaya ait. Doğrusu bu ya, bize, güncel meselelerde durmamız gereken yeri, almamız gereken pozisyonu açıklıkla ve hiçbir şart altında eğip bükmeden anlatacak böylesi insanlara çok ama çok ihtiyacımız var. Fakat yazık ki sayıları az, pek az.
Sarıgül’e ait olduğu iddia edilen videoyu izlemedim. İzlemek gibi bir niyetim de yok. Benim günahım bana yeter. Bir de başkasının (olduğu iddia edilen) günahına ortak olarak günahlarımı artırmak gibi bir salaklığa düşmeme gayretindeyim.
Telefonda sohbet ettiğim bir siyasetçinin tavrı da benimki gibiydi. Dedi ki “Bana Sarıgül’ün videosunu izletmek istedi bir arkadaşım. Şiddetle reddettim bunu. Vaktiyle Deniz Baykal’a ait olduğu söylenen videoyu da izlememiştim. Son derece yanlış buluyorum böyle merakları.”
Gündelik hayatın hayhuyu, tekno-yaşam denilen zımbırtı ve Türkiye’de politik tarafların ellerine ne geçerse karşısındakine atma iştiyakı bizi en temel insani değerlerimizden uzaklaştırıyor. Sarıgül’e ait olduğu iddia edilen görüntülerin ortaya çıkardığı sert, incitici ve çirkin hakikat budur.
Ben dini bakımdan değerlendirerek “günah” diyeceğim. Siz buna anlayışınıza göre, “yanlış” deyin, “ayıp” deyin, ne derseniz deyin sonuç değişmez. O yüzden ben dini literatür üzerinden gitmeye devam edeyim, siz uyarlarsınız yazdıklarımı.
Bir düşünelim: İnsanın kendisinden bile saklamak istediği günahları olabilir. Hatta yapmaktan sürekli pişman olduğu ve fakat işlemekten vazgeçe-mediği günahları olabilir.
Allah’ın kuluna bahşettiği en büyük nimetlerinden biri “bir daha yapmamak azmiyle pişman olma” yani tövbe nimetidir. Bir günahkâr, her an günahına tövbe edebilir ve anasından yeni doğmuş kadar günahsız olabilir. Bizeyse bir günahkârın günahı üzerinde tepinmenin günahı kalabilir. Söyleyin bana, kim karda kim zararda?
Yeri gelmişken son derece yanlış bilinen bir hususa dair de iki kelam edeyim. “Sevabına, amellerine güvenmek”, Allah’a iman eden biri için geliştirilebilecek en kötü davranışlardan biridir malum. “Günahına güvenmek”, bundan daha da kötüsüdür. “Güvenmek” fiilini şu yüzden seçtim. Günahkârın en büyük yanlışlarından biri Allah’ın kendisini affetmeyeceğini, çünkü günahlarının çok olduğunu düşünmesidir. Oysa dünyanın en büyük günahı, Allah’ın sonsuz merhameti ve bağışlayıcılığı karşısında bir zerrecik denli bile önem arz etmez. Yok hükmündedir.
Kaldı ki, “tekno dindarlığın” kötü sapmalarından biri, kendine, içine, ameline bakmak dururken başkasına, başkasının içine, onun ameline bakmaktır. Hâlbuki İslâm bize sürekli olarak “emin olmadan korku ile umut sarkacında yaşamayı” emreder. Ne ameline güvenebilir bir kul, ne amelsiz durabilir böylelikle.
Bir anlığına Sarıgül’ün videosunun ve günahının doğru olduğunu kabul edelim. O günahın üzerinde tepinmenin günahı bir kula kendini mahvetmek için yeter de artar. Bir anlığına da o videonun ve günahın gerçek olmadığını düşünelim. Bu durumda da masum bir insana iftira atılmış olunur ki malum iftira günahların da, ayıpların da, kusurların da en büyüklerindendir.
Ezcümle insana düşen örtmek, gizlemek iken gelinen bu incitici nokta üzerine çokça düşünmemiz gerekir.
Bir de not: Ben, Siyaseten’de LGBT konuşurken “LGBT birinden ve onun günahından bize ne. Allah affetsin onu. Bizim derdimiz, LGBT’yi bir ideolojik form haline getiren küresel sapkınlık düzeniyle olmalı” dediğimde hem epey destek almıştım hem de epey eleştiri. Bu vesile, o cümlelerimi de tekrarlamış olayım.