Biliyorum, iki yazı üst üste İsmailağa buluşmasını yazınca şimdi siz “nerede kaldı sosyal çürüme yazıları?” diye soracaksınız haklı olarak ama önemli bir mesele için araya bir yazı daha almam icap etti. Nasipse bu yazıdan sonra ya “dedelerden himmet umma cumhuriyeti” yahut “sıkıntı yok başkanım cumhuriyeti” yazılarından biriyle döneceğim oraya.
Bizim, yani dünyada olup bitenleri de, olup bitmeyenleri de “İslam’dan kaynaklanan bir politik zihinle okuyup değerlendirmeyi görev bilenler”in değiştirmesi gereken kötü bir huyu var. Meseleleri serinkanlı bir düzlemde ele alıp elde ettiğimiz sonuçları sahiplenmiyoruz. Bu alışkanlığın nereden kaynaklandığı konusunda bazı zihin karışıklıklarım olsa da en büyük payı “idealizmden kaynaklı romantik tavrımıza” vereceğim izninizle. İçinde yaşadığımız dünyadaki varoluş biçimlerimizi çok idealize ettiğimiz için olsa gerek ne başarsak, neyin üstesinden gelsek kesmiyor bizi.
7 Ekim ile başlayan Aksa Tufanı sürecinde yaşananları gözden geçirdiğimizde diyebilirim ki -yukarıda tanımını verdiğim “biz”in kısaltması olarak kullanayım bunu- Türkiye Müslümanları sivil alanda çok ciddi uğraşlar verip çok ciddi kazanımlar elde ettiler, elde etmeye de devam ediyorlar.
Dikkat isterim: “Sivil alanda” dedim. Lütfen bana devlet ya da iktidar temsilcisi muamelesi yapmayınız. Onların yapıp ettiklerini de ayrıca konuşuruz isterseniz. Bütün dünya üç maymunu oynarken verdikleri sınav bence oldukça iyi bir sınav zira.
Gelin birlikte bir hafıza tazeleyelim. Elçilik ve konsolosluk önünde gaz yiyerek başlayan soykırım protestoları kısa bir süre sonra Gazze’ye STK’lar eliyle yardım ulaştırma girişimleriyle taçlanmıştı. Tam o sırada “kuklayı değil kuklacıyı” hedef alan bir organizasyonla IHH, İncirlik Üssü’ne gitmişti. Orada -kimlerin çıkardığını adımız gibi bildiğimiz- bir provokasyona maruz kalınıp IHH’nın aklıselim tavrı sonucu eylem sonlandırılmasaydı uzun yıllardan beridir ülkemizde yapılmış en etkili ABD karşıtı protestolardan birini gerçekleştirmiş olacaktık. Üzerinden biraz zaman geçsin İncirlik Üssü’nün adının niçin değiştirildiğini de, bu üslerden İsrail’e tek bir istihbaratın niçin gitmediğini de anlamış olacağız zaten.
Sonra boykot aşaması geldi. 5 yaşındaki çocuktan 80 yaşındaki nineye kadar “sürdürülebilir bir boykot” için olağanüstü çabalar gösterildi ve çok başarılı sonuçlar elde edildi. CocaCola’nın, Starbucks’ın, McDonalds’ın, BurgerKing’in ve daha nice soyu kuruyasıca Siyonist destekçisinin Türkiye zararı milyar dolarlarla ifade ediliyor. Öyle sıkıştılar ki işi Beypazarı Maden Suyu’na operasyon çekmeye kadar vardırdılar.
Gelelim işin bir başka boyutuna. Her ne kadar İsrail’in silahlarının yüzde 30’unu tek başına temin eden Almanya’nın kucağında oturan (ve tabii Almanya’ya tek kelime edemeyen) FETÖ-PKK kırması etki ajanları ile İran’ın içerideki gönüllü beslemeleri meseleyi çok bulandırmış olsalar da Türk firmaları ile İsrail arasındaki ticarete muttali olur olmaz tavır alan yine biz olduk. Liman eylemlerinden sokak gösterilerine, sosyal medyadan geleneksel medyaya kadar her alanda “ticareti durdurun” dedik. Önce ambargo aşaması geldi, ardından da İsrail ile ticareti bütünüyle kesti iktidar.
Dahası da var. IHH ve bileşenleri üç hedef belirleyerek Mavi Marmara filosunu tekrar yola çıkarmak üzere. Bayrakla ilgili problemleri halletmeye çabalıyorlar. Az iş midir bu? Az iş olsa Siyonist köpekler Mavi Marmara fikrinden niçin bunca korksunlar?
Dahası da var. Türkiye’de, ABD’deki üniversite protestolarına destek amacıyla eylem koyulmadık üniversite kalmadı sanırım. Sokak yürüyüşleri, salon buluşmaları, mitingler, kampanyalar derken 7 Ekim’den bu yana bizler, Türkiye Müslümanları olarak ayaktayız ve üstelik sivil alanda ulaşılabilecek pek çok hedefe de ulaştık. Gazze üzerinden yaşanan küresel uyanışın motor güçlerinden biri oldu Türkiye Müslümanları. Sadece Kartal Anadolu İmam Hatip öğrencilerinin tamamen sivil olarak gerçekleştirdiği “kefiye günü” eylemine baksak anlaşılacak buradaki gayretimiz.
Bir yandan da biliyorsunuz Türkiye, Güney Afrika’nın açtığı soykırım davasına müdahil olma başvurusu yapan ülkelerden biri oldu. Burada da çağrılarımızın karşılık bulduğunu
görmüş olduk yani.
Şimdilerdeyse yine iktidara “ateşkes için daha çok, daha da çok inisiyatif alın” diyoruz ve görüyoruz ki hem Cumhurbaşkanımız hem de Dışişleri Bakanlığımız ateşkes konusunda çalınabilecek bütün kapıları çalıyor, alınabilecek bütün inisiyatifleri alıyor.
Daha yapacak çok işimiz var elbette. İşin burası tartışmaya kapalı. Yeryüzünden son Siyonist köpek de kazınana kadar gayret etmeye devam edeceğiz elbette ama Yılmaz Özdil’i bile İsrail’i savunmaya mecbur kaldığı yere biz getirdik. Her eylemin bizi dirilteceğini akıldan hiç çıkarmadan didinerek, uğraşarak yaptık bunu.
Dolayısıyla “bu başarı hepimizin” diyorum ben. Yaptıklarımızı yapacaklarımızın teminatı olarak da görüyorum bir yandan. Hem küresel hem ulusal baskıyı ne kadar artırırsak o kadar iyi. Siyonist azgınlık Refah operasyonuna hazırlanırken “yorulduk, alıştık” deme lüksümüz yok. Durmadan, bıkmadan, usanmadan devam etmeliyiz yaptıklarımıza.
Son Siyonist köpeğin de yeryüzünden silindiği haberini alana kadar; eylemimizi, öfkemizi, kinimizi, düşmanlığımızı gerekirse nesilden nesle aktarmaya devam ederek ve enseyi asla ama asla karartmadan yola devam. Türkiye Müslümanları kendilerine yakışanı yapmaya devam ederse en azından “onurlu bir hikâyemiz var, onu sürdürün” diyebiliriz çocuklarımıza.
Bilmem anlatabiliyor muyum?