Bugün niyetim bu konuyu açmak değildi. Aslında doğalgaza, çaya, şekere, tütüne, Ankara ve İstanbul’da ulaşıma gelen dev gibi zamlar üzerinden “alt-orta sınıf sıkışmasını” yazacaktım. Hatta eli artırıp Milli Eğitim Bakanlığı’nın tüm çaba ve denetimlerine rağmen okul kayıtlarında alınan paralarla fahiş fiyatlarla satılan ve tek yerden alınması zorunlu “okul kıyafeti rezilliği”ni kaleme alacaktım.
Ne alıkoydu beni bundan? Dün görüp, işte bu yazıyı yazmaya başlayana kadar beni perişan eden bir haber.
Haber kabaca şu: Ümraniye’de Fıkıh Derneği isimli ne idüğü belirsiz bir yapının açtığı Kur’an kursunda 6 öğrenci 3 eğitmen hakkında “tecavüz beyanı”nda bulunmuş. Dahası bu 3 eğitmenin mağdur ettiği öğrenci sayısının 25 civarı olduğu düşünülüyor. İlk mahkemede “suçumuz yok” diyen eğitmenler tutuklanarak hapse konulmuşlar. Savcılık 150 yıl ile 25 yıl arası değişen cezalar istiyor sanıklara.
Şurasından başlamak şart: Yanılmıyorsam 2005 yılında “sivil toplum alanının genişlemesi” için değiştirilen dernekler yasasının defolarından biri bu durum öncelikle. Yasa kolaylaşınca kumar oynanan hemşehri derneklerinden kapı kapı Atatürk takvimi satan merdiven altı derneklere, halkımızın iyilik duygusunu sömürme odaklı çalışan engelli derneklerinden din istismar eden tüccarların kurduğu derneklere kadar bir sürü “kötü niyetli oluşum” çıktı ortaya. Gelinen noktada Dernekler Masası’nın bunca derneği denetlemesinin neredeyse imkânı yok. Zira böyle bir çalışan kapasiteleri yok.
Elimizdeki örnekten hareket edelim. Fıkıh Derneği denilen oluşum Ümraniye’de tuttuğu bir binanın bir odasına birkaç ranza atıp burayı Kur’an kursu olarak işletebiliyor. Kur’an kursu açma izninin süreçlerini yerine getirmek zorunda değil. Ne Milli Eğitim Bakanlığı’ndan ne de Diyanet’ten izin alma zorunluluğu var. Çünkü “dernek faaliyeti” kapsamına giriyor bu. “Kaçak” kavramı da burada giriyor devreye işte. Eh, dernek olunca civar esnaftan makbuz karşılığı para toplama işine de girmek mümkün. Ve yine eh, “gaye Allah rızası” deyince hayırsever esnafımız da akıtıyor parayı. Kurarsan güzel tezgâh yani…
Dahasını da söyleyeyim. Türkiye’de “ana yapılar” dediğimiz dini-İslami yapılar bellidir. Bu yapıların devletle çatışarak, kanunu pas geçerek, insanları dolandırarak iş tutmadığını da hemen hepimiz biliriz. Böyle yapmayanlar ise zaten “ana yapılar”ın içinde değildir. Üçkâğıt peşinde aşağılık-rezil tacirlerdir.
Şunu yapmak lazım gelir: Çocuğunuzun Kur’an öğrenmesini, hafız olmasını istiyorsanız ne idüğü belirsiz yapılar yerine, MEB, Diyanet, Vakıflar Müdürlüğü vb. tarafından düzenli olarak denetlenen kurumları tercih etmelisiniz.
Dahası var: Çocuklarımızı denetlenmeyen yapılarda “yatılı” olarak barındırmanın çok ciddi sonuçları olacağını gözden kaçırmamak lazım gelir. Hem zihinsel hem fiziksel olarak gelişimlerini tehlikeye atmamak lazım gelir.
Dahası da var: Diyanet’in ve MEB’in onay mekanizmalarını hızlandırıp denetim mekanizmalarını artırması bu meselelerde etkili sonuçlar verecektir. Hem hizmetin aksamaması hem de istismarın önüne geçilmesi böylece mümkün olur. Bu hususta iki kurumumuza da düşen sorumluluk ziyadedir.
Dahasının dahası da var: Kur’an eğitiminin, en genel manada dini eğitimin önüne her fırsatta set çeken seküler Kemalist kafanın da bu pisliklerin ortaya çıkmasında bir payı vardır. Umarım bunu bir an olsun düşünürler bana hemen öfkelenmek yerine. 28 Şubat’ın karanlık dehlizlerinde insanları “kanunsuz” iş tutmaya mecbur bırakmışlardır mesela. O kanunsuzluk beraberinde “boşluklar” getirmiş, o boşluklar da aşağılık tacirler eliyle sömürülmüştür.
Şurasından devam edelim: Çocuk istismarı ve pedofilinin ne dini olur ne de Allah’ı. Allahsız, dinsiz bir sapıklık biçimidir. Kur’an kursu olarak işletilen yerde de çıkabilir ortaya, metroda da, okulda da, villada da, trende de… Güya dindar olanı da, güya seküler görüneni de, güya sosyalistim diye dolaşanı da işleyebilir bu haltı. Dindar görünen de işlese, seküler görünen de işlese değişen bir şey olmamalı gözümüzde: Pedofili ve çocuk istismarı sapıklıktır, görüldüğü yerde başı ezilmelidir.
Dahası var: Dün bu konu hakkında tweetlediğimde “haberi Cumhuriyet Gazetesi yapmış, doğruluğundan emin miyiz?” yazan arkadaşlar oldu. Doğruluğundan değil, iddialardan eminiz. Üç eğitmenin tutuklu olduğundan eminiz. Çocukların beyanlarının olduğundan eminiz. Yoksa Cumhuriyet Gazetesi’nin bu haberi niçin yaptığını bilecek kadar uzun yaşadım. Amaçları hiçbir zaman “üzüm yemek” olmadı. Bundan böyle de olmayacak.
Dahası da var: Sadece bu vaka için konuşmuyorum. Neticede adli süreç işliyor. Ancak böylesi haberleri Cumhuriyet Gazetesi’nin değil Yeni Şafak’ın, Akit’in, Milli Gazete’nin yapması lazım gelir. Çünkü mağdur çocuklar bizimdir. Çocukları mağdur eden pislikler bizim mahallemize dadanmış, bizim mahallemizi sömürme gayretinde hamam böcekleridir. Sadakamıza, iyilik duygumuza çökmeye çabalayan bu pislik yapıları deşifre etmek üzerimize vebaldir, boynumuza borçtur.
Böyle yapmalıyız ki “ana yapılar”ımız sağlam kalmaya, iş üretmeye, gönülleri mamur etmeye devam edebilsin. Aksi takdirde birinciliği beyaza verirler ve çok geç olur her şey için.