Bazen derin bir umutsuzluğa savrulduğum, “yahu bu işler niye böyle oluyor acaba?” diye düşündüğüm doğrudur. Sonra “sanırım bu işlerin doğasında var böyle olmak” deyip iç geçiriyorum.
Bu, aslında benim zavallı gençliğimin de iç geçirişi bir bakıma. Zavallı, çünkü zaten berbat bir kategori olan “90’larda genç olmak” sekmesi; benim gibi İslamcı, Milli Görüşçü gençler ve Sosyalist, Marksist gençler için tam bir kâbustu.
Bunu, uzun uzun ve ayrıca konuşuruz belki.
Son zamanlarda Sedat Peker videolarına verdiği cevap, bazı isimlerle verdiği fotoğraflar ve “Fethullah Gülen’e gittim ama devletin bundan haberi vardı” açıklamasıyla gündeme gelen Mehmet Ağar, benim için bütünüyle o berbat 90’ların bir karikatürü. Eskide, geride, çok uzakta kalmasını arzu ettiğim bir karikatür. Niye böyle bu? Çünkü ben 18 yaşındayken de şimdi 45 yaşındayken de devletin “derin” değil “adil” olması gerektiğine; adaletle hükmeden bir devletin her türlü sıkıntıyı aşıp halkını mutlu edeceğine inanmış biriyim. Mehmet Ağar ve onun bir türlü anlayamadığım ilişki ağları benden uzak, olabildiğince uzak olsun isterim. O “ben derinim” isimli güneş gözlükleri de dâhil.
Bütün bunları, Sedat Peker’in Birleşik Arap Emirlikleri’nden seslendiğini bilerek söylüyorum, bilmeden değil. Dahası Sedat Peker’in niyetine bağlı ya da bütünüyle o niyetten bağımsız olarak o konuşmaları FETÖ’nün tepe tepe kullandığını, Rubin isimli nursuz gâvurun bundan 3 yıl önce “Sedat Peker-hükümet karşıtlığı” senaryosunu kaleme aldığını da bilerek söylüyorum, bilmeden değil.
Büyük ve kerim bir devlet geleneği olan Türkiye’nin ne Alaattin Çakıcı’ya, ne Sedat Peker’e, ne Mehmet Ağar’a, ne de başka türlü bir “derinliğe” ihtiyacı vardır. “Böyle gelmiş, böyle gider” diyebileceğimiz bir vasat da yoktur. Olmamalıdır.
Dahasını da söyleyeyim: Sedat Peker, kendisinden Türkiye hakkında bilgi alabileceğimiz biri değildir. Mehmet Ağar, Türkiye’nin geleceği konusunda kendisine güvenmemiz gereken biri değildir.
Dahasını da söyleyeyim. Bazılarıyla şahsen kavgalı da olduğum isimler hakkında Sedat Peker’in anlattıkları hiç ama hiç ilgi alanıma girmedi. O söylenenleri “veri” kabul etmedim, etmeyeceğim. O söylenenleri veri kabul edenlerle de gücümün yettiğince mücadele edeceğim. Çünkü bence kavganın ahlâkı bu değildir, olmamalıdır.
Gelelim meselenin ek yerine. Doğal olarak Sedat Peker’in Mehmet Ağar hakkında anlattıklarını da veri kabul etmedim. Lakin onun Sedat Peker’e verdiği cevabı pekâlâ da veri kabul etmem gerekiyordu. Açık konuşayım: Mehmet Ağar’ın Sedat Peker’e cevaben “biz olmasak bu marinaya mafya çökecek” açıklaması tam da 90’lı yıllardan bir açıklamadır. Türkiye dağ başı değildir, muz cumhuriyeti değildir. Mafyadan bizi Mehmet Ağar değil, devlet korur. 90’lı yıllarda olduğu gibi bizi mafyadan Mehmet Ağar değil, devlet korusun diyedir şahsi politik mücadelemin hatırı sayılır bir kısmı. Dolayısıyla Süleyman Soylu’nun Ağar’a verdiği ayarı “yetmez ama evet” diyerek karşıladığım doğrudur.
Bu, burada bir dursun.
Görmüşsünüzdür. Türkiye’ye turist gelsin diye çekilen ve “ben aşılıyım” yazılı maskeler kullanılan reklama tepkiler çığ gibi olunca Turizm Bakanlığı reklamı sildi. En hafif tabirle söylemem gerekirse “millet olma gururumuza” dokunan bir reklam olduğunu düşünüyorum o garabetin. Turistlerin Türkiye’de “güvenli ve sağlıklı bir tatil yapabileceğini” anlatmanın bir milyon yolundan en kötüsünü seçmek için uğraşılmış sanki. Bence “skandal düzeyinde bir hata” olan bu işle ilgili Turizm Bakanı gereğini yapacaktır. O gereğini yapmazsa gereği yapılacaktır, yapılmalıdır.
Görebildiğim kadarıyla bu skandal reklamı canhıraş şekilde bir “90’lar figürü” savundu sadece. Sipariş eden bakan bile savunmadı, filmin yönetmeni Serdar Erener bile savunmadı fakat büyük iletişimcimiz Ali Atıf Bir, reklamda “aşağılayıcı” bir şey bulanları ya cahil ya müzmin muhalif olmakla suçladı. Hatta “turisti Türkiye’ye çekmek için bundan iyi bir kampanya düşünemiyorum” bile dedi. Kim bilir belki de bakan ya da Erener adına konuşuyordur meşhur iletişimcimiz Ali Atıf Bir hocamız. O, başkaları adına konuşmayı pek sever malum. Fethullah Gülen adına konuştuğunu da dün gibi hatırlarız yani.
O reklam, dümdüz ve doğrudan Türk milletine hakaret içeriği taşımaktadır. Biz, maskelerini göstererek turiste “enjoy” diyecek bir millet değiliz, olmadık, olmayacağız. Bu hassasiyetimizi dile getirmek de en doğal hakkımızdır. Bir şey yaptığımız, bir operasyon çektiğimiz, “karanlık tarafa” geçtiğimiz falan da yoktur. Dümdüz, basitçe ve doğrudan “gönlümüzün yaralandığı” yeri işaret etmekteyizdir. Bu meselenin ek yeri de burasıdır işte.