Yanlış saymadıysam mayıs ayı içerisinde 12-13 ile gitmişim çeşitli vesilelerle. Yoğun, bereketli bir gündemin içerisinde koşuşturarak tabiri caizse ceylan gibi sekmişim.
Bugün istedim ki geride bırakmaya hazırlandığımız mayıs ayında, memleketin dört bir yanında soluduğum havayı yazayım.
İlki şudur. Millet, çok uzun süredir ilk defa cebinden korkuyor. Tedirginlik had safhada... “Ekonomi ne zaman normale döner?” sorusu başat soru haline gelmiş durumda. Eh, bunlar zaten uzayda yaşamıyorsanız sizin de doğrudan bildiğiniz şeyler. Fakat gördüğüm bir şey var. Ekonominin düzelmesi, daha doğrusu düzelebilmesi için tek umut hâlâ ve sadece Recep Tayyip Erdoğan. Dikkat isterim. “Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi” değil, Recep Tayyip Erdoğan. Hemen herkes ekonominin iyi gitmediğini ve dahası iyi yönetilmediğini ama bu iyi gitmeyişin ve iyi yönetilmeyişin çaresinin de sadece Recep Tayyip Erdoğan olabileceğini düşünüyor. Muhalifi de, iktidar destekçisi de.
Benim burada iki ayrı fikrim var. Birincisi ortam bu denli müsait, zemin bu denli hazırken muhalefetin hiçbir şekilde “ben çözerim” demeye yanaşmaması. Ellerinde bir formülün, bir reçetenin, bir planın olmaması bence Türkiye adına büyük talihsizlik. Bütün yaşam amaçlarını “ne pahasına olursa olsun Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmek” olarak belirlemiş muhalefetin memleket adına tek bir çözüm önerisini anlaşılır şekilde masaya koymaması, nasıl derler, fantastik bence. Gerçi hakkını yemeyelim. Ümit Özdağ mesela, “mültecileri göndereceğim, her şey güllük gülistanlık olacak” falan diyor. Bence CHP’nin “ne dediği anlaşılmayan” fantastikliğindense Özdağ’ın fantastikliği daha anlaşılabilir.
İkinci mesele ise halkın, AK Parti ile Recep Tayyip Erdoğan’ı “birbirinden ayrı şeyler” olarak konumlandırdığı gerçeği. Bu, bir yere kadar anlaşılabilir elbette ama Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin ne denli “bütünleşik” olduğunu gözden bu denli kaçırmanın da bir çeşit “kara propagandaya gönül indirmek” olduğunu düşünüyorum. Recep Tayyip Erdoğan’ı sevmek ve desteklemek elini zayıflatmakla olacak iş değil çünkü bence.
Gördüğüm bir başka mesele şu: Ekrem İmamoğlu, Türk halkının gözünden tabiri caizse ışık hızıyla düşmüş. Zannederim “plastik” bir kahraman olduğu çabuk anlaşıldı İmamoğlu’nun. Murat Ongun’uydu, CHP’siz Karadeniz gezisi idi, Nagihan Alçı kriziydi, İstanbul’a hizmet üretmemesiydi falan derken takke düşmüş kel görünmüş.
Öte yandan herkesin muhalefetin adayı olarak görmek istediği isimde de bir netleşme olmuş. Mansur Yavaş ismi dolaşımda. Fakat tabii, Meral Akşener’in “iki dünya yıkılsa” Mansur Yavaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığına geçit vermeyeceği de sır değil. Kazanma şansından bağımsız olarak Mansur Yavaş’ın aktörleşmesini istemiyor Meral Akşener, orası çok net.
Hal böyle olunca Kemal Kılıçdaroğlu’nun muhalefetin başkan adayı olacağını da kesinleştirmiş millet zihninde. Ve yine gördüğüm, konuştuğum hiç kimse Tayyip Erdoğan karşısında Kılıçdaroğlu’na şans tanımıyor.
Kılıçdaroğlu’nun temsil ettiği “eski CHP”, bir bakıma “sekter siyaset”in bayraktarlığını yapacak 2023 seçimine giderken ve ortam yine çok gerilecek. Yine enerji ve vakit kaybedeceğiz.
Bütün bunlardan daha da önemlisini söyleyerek bitireyim yazımı.
Bir kısmı haklı, büyük kısmı haksız gerekçelerle gençler “Türkiye’de bir gelecek hayal etmek”ten vazgeçiyorlar hızla. Bununla ilgili çok sert bir propagandaya maruz kalıyorlar.
Ne yapıp edip, gençlerin ülkelerine aidiyet duygularının nasıl onarılacağına dair bir ajanda oluşturulması gerekiyor. “Türkiye, evlatlarına kendilerinden başka bir şeyle meşgul olma fırsatı vermiyor” diyen Ahmet Hamdi Tanpınar’ı haksız çıkarmanın bir yolunu bulmak lazım.
Katılıkla, ötekileştirici dille değil. Durmadan “ne olacak bu gençlerin hali?” diye analiz kasarak değil. Her meselenin altında komplo arayan komplo kumkumaları ile değil. Sahici, organik, akılcı, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir “aidiyet onarımı planlaması” şart.
Tatsız, dahası sevimsiz bir gelecekte yaşamak istemiyorsak tabii…