Bunu herkes için söyleyebiliriz: ''Her nefs ölümü tadıcıdır. Ondan geldik, Ona döndürüleceğiz.''
Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikati o gün bize gösterilecektir.
Hayır da, şer de Allah’ın iradesi içindedir.
Biz, O'nun rızasına talip olanlardan olalım.
Yaptığım paylaşımın tamamını okumadan, bağlamından kopararak aleyhimde algı oluşturma çabasına girenler de biliyor ki; Kendilerini, içlerindeki “FETÖ’nün zihniyet ikizleri” konusunda uyarmıştım. Bu uyarıyı yapan birini 81 ilde mahkemeye verdiler.
FETÖ’nün son misyonu ile ilgili olarak 1991’den beri “Amerikano İslam” konusunda uyaran birine saldıranlar, düne kadar nerede durduklarını hatırlayabilseler keşke!
Fethullah Gülen!
''Zor'' bir hayatı vardı.
Ve tabi zor bir ''görevi'' de(!?).
Zor bir dönemde yaşadı. Büyük ''hayalleri'' vardı.
Erzurum’dan Ankara’ya, oradan İskenderun’a, derken Tekirdağ, Edirne, oradan İzmir, Ankara, İstanbul ve sonunda: Pensilvenya.
Erzurum öncesi Diyarbakır günlerinden söz edilir.
Erzurum’da Alvarlızade’nin derslerine katılması, Mustafa Kemal'in Mahalle mektebinde Kur’an Kursuna gitmesine benzer.
Soy kütüğü tartışmalıdır ama, Alvarlızade’den ders alırken, jandarmaya muhbirlik yaptığı, o ilişki sebebi ile askerliğinde Ankara’da istihbarat eğitimi aldıktan sonra İskenderun’da askerliğini Telli Muahabere / İstihbarat, yani telefon dinleme olarak yaptığı söylenir.
Tim komutanları daha sonra MİT Müsteşarı da olacak olan Fuat Doğu’dur.
Fuat Doğu kendini aynı zamanda “CIA’nın ülke istasyonu şefi” olarak da tanımlar. Onun hayatında en derin ve en uzun süreli etkileri olan tek kişi Fuat Doğu’dur. Doğu, Gülen’in Ordu/Siyaset ile ve ABD/CIA ile bağını kuran kişidir.
Gülen’in gerçekten kim olduğu devlet içinde kimlerle bağlantılı olduğu ne TBMM ve ne de Senato kapalı oturumun da bile çözülememiştir.
Gülen’in Diyanet’le bağını kuran Başkan yardımcısı Yaşar Tunagür’dür.
Gülen askerden terhis olunca Fuat Doğu'nun tavsiyesi ile MİT tarafından Tekirdağ ve Edirne’deki dini faaliyetleri takip için gayri resmi gezici vaiz olarak görevlendirdi. İyi iş çıkartmıştı. Yaşar Tunagür ona diploma temin etti ve Diyanet Kadrosuna aldı.
Yeni görev yeri İzmir’di.
Ege'de ki dindar zengin ailelerin zekatlarına ve çocuklarına talipdi.
60’lı yılların başı. O dönemde Tanışır Kasım Gülek ile.
Gülek, Gülen'in ABD ile. 2. Bağlantısında önemli bir referanstır.
İzmir hayatı Trakya’dan daha başarılıdır. Gülen İzmir’de darbecilerden bir engelleme görmez. Daha sonra MNP öncesi Erbakan, Gülen’i davet eder ama Gülen siyaset dışı kalmayı tercih edecektir.
Çizgisini Risale-i Nur ve Anti Komunizm olarak tanımlar.
“Soğuk savaş” döneminde bunun farklı bir anlamı ve değeri vardı. NATO dindarları Komunizm’e karşı kışkırtmak için “Ehli kitap ittifakı” argümanını kullanıyordu. Bu çerçevede “Dinlerarası diyalog” konseptine uygun olarak İslam dünyası ile Vatikan arasında bir yakınlaşma sağlanmaya çalışılıyordu.
Onun üzerinden kotarılmaya çalışılan din “Soğuk Savaş” konseptine uygun, Anti Komunist ama Hristiyan dünyası ile işbirliği temelinde bir din algısı üzerine kurgulanmıştı.
Buna benzer oluşumlar aslında Mısırda da, Cezayir’de, Pakistan’da, Malezya’da da vardı.
80 sonrası, Şiilik, Türkiye üzerinden Sufizm ve Suudiler üzerinden Vehhabizm konusunda bir çok grubla ortak çalışmalar yaptılar, ama en başarılılardan biri de Gülen hareketi idi.
1974 başında CHP-MSP koalisyonu kuruldu. Bu hükümette Diyanetten sorumlu devlet bakanlığının özel kaleminde F. Gülen’de yakın bir isim olacaktı. Aslında CHP’de “Orta’nın solu” tartışmasından sonra, o dönemde “Nurlu Süleyman/Çobal Sülü” “Halkçı Ecevit/Karaoğlan” ile Gülen’in yakın ve iyi ilişkileri vardı. Gülen, öbür dünyada eğer birine şefaat edecek olursa, o kişi “Ecevit” olacaktı. 80 sonrası Özal’a yakın duracaktı.
CHP-MSP koalisyonu, ardından 1. MC ve 2. MC ile “yeşil sermaye” yükselişe geçince, Anadolu Sermayesinin Ankara’ya taşınması ile kendi de Ankara ve İstanbul’da faaliyetlerini artırmaya başlayacaktır. Gülen o günlerde “görünen devlet”in aradığı, “görünmeyen / derin devlet”in koruduğu biridir. Yani o devlete sızmadı, devlet onu örgütledi. Başından beri de CIA ve MOSSAD ile yakın temas içindeydi.
Aslında Apo’da öyle biri.
Karısı kim?
Kayınpederi kim?
Karanlık, kirli ve kanlı bir oyun devam ediyor.
İlginçtir Fetullah Gülen 1946’da ilkokula başlar, ardından medreseye gider.
Medresedeki oda arkadaşı Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’dır.
Bu süreçte Diyanet Vakfı'nın kuruluşu önemli bir yere sahip.
13 Mart 1975’de vakıf kurulur ve 1980 den sonra çerçevesini devletin çizdiği “ılımlı islam”ın aslında devlete danışmanlık yapacak DİB dışında bir kurum oluşturulur ve bir takım dini hizmetler bu vakıf üzerinden yapılmaya başlanır. Bunu bir kenara not etmek gerek. Bir takım sivil dini oluşumlar ve DİB dışında dini anlamda yeni bir oluşumdur Diyanet Vakfı.
Yaşar Tunagür 1972 yılından itibaren Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığından emekli oldu. 2006’da vefat etti.
O zamana kadar ticaret ve yayıncılık faaliyetleri içinde misyonunu sürdürdü..
Gülen’in 1971’de Kestanepazarı'ndan ayrılarak Güzelyalı'da İmam Hatip Okulu Öğrencilerini Koruma Derneğine geçmesinin ardından başlayan süreç 1980 darbesi ardından özellikle İran devriminin ardından radikal İslam’a karşı ılımlı islam’ın desteklenmesi gerekiyordu. FETÖ’nün yeni misyonu bu oldu. Aslında bugünkü vizyonu ve misyonu 1991’de SSCB’nin dağılmasından hemen sonra, RAND Corp.’da hazırlanan “Ilımlı İslam’ın desteklenmesi projesi ile Gülen Modeli önce Türk dünyası ardından tüm İslam dünyasına, hatta Müslüman topluluklara genişletilecektir. Aslında bu konu bir makaleye sığmaz. Ben kısa cümleler halinde konuyu özetlemeye çalışayım.
FETÖ, CIA’nın Ortadoğu Uzmanı , RAND Corp.’da görevli GrahamFuller’in bir projesi idi.
O İslam’a karşı “Havuç politikası”nı savunuyordu. ABD Beyaz Saray Güvenlik danışmanı Brezinsky ise İslam’a karşı sopayı savunuyordu. Sonunda “ılımlı İslam’a Havuç”, “Radikal İslam’a karşı sopa” ya karar verildi. FETÖ Havuç, BÇG Sopa olacaktı. Muhafazakar demokrat sağ Havuç, Laikçi Kemalist sol Sopa olacaktı. NATO’nın “Tehlikenin rengi”ni kırmızıdan yeşile çevirmesi ile bu süreç başladı.
Bu süreçle ilgili benim de dahil olduğum tartışmaları “Bu din benim dinim değil” kitabında yazdım. “Amerikano İslam’ı” da orada anlattım.
O döneme ilişkin bir çok açıklamalarım da oldu. Aslında batılılar benim yeni bir siyasi hareket örgütlemem için destek sözü de veriyorlardı.
Hep uzak durdum. Toktamış’la yaptığımız Tv programından sonra F.G.’nin yazarlar vakfı bize ilk “Hoşgörü ödülü” verecektir. Bizi yanına çekmeye çalıştı ama biz uzak durduk. Onun için de daha önce örgütledikleri Aband toplantılarına bizi çağırmadılar. Hatta F.G. benim adımın kendi mediasında lehte ve aleyhte kullanılmasını yasakladı.
F.G. işin başında siyasi bir parti kurmak yerine, her partide varolmayı, kendi başına iktidar olacak güce oluştuklarında partileşmelerini kararlaştırdılar. Fakat 1995’den sonra BÇG dindarlar üzerindeki baskıyı artırınca ve BÇG kanadı, ordudaki dindarları tasfiyeye başlayınca, hatta BÇG eğer bir cemaat gerekiyorsa bunu kendilerinin de örgütleyebileceklerini göstermek için “Kalkancı Tarikatı”nı örgütlediler.
1997 deki Kalkancı hareketi böyle bir projeydi.
Tabi daha önce REFAHYOL (28 Haziran 1996-30 Haziran 1997) öğütlendi.
Çiller ABD’ye, Akşener FG’ye yakındı.
Demirel’in “kızım” dediği Çiller hükümette eş başkan olacaktı.
O dönemi, Aksu, Ağar gibi isimler de iyi bilir. Aslında REFAHYOL, ordudaki, dindar askeri kişilerin yanında F.G. sempatizanı kanadı’nı tasfiye edenlerin Erbakan üzerinden tasfiyesini öngörüyordu. Yani “The Cemaat” dikensiz gül bahçesine girer gibi TSK’da köşe başlarını tutacaktı. Susurluk kazası(!?)nda hayatını kaybedenler aslında bu hükümetin arkasında derin bir operasyon gücünü temsil ediyordu.
Bu olaydan sonra Gülen Pensilvenya’ya gitti.
Gitmeden önce Erbakana” Beceremedin bırak git” diyecekti.
Çünkü BÇG’li subaylar Erbakan’a karşı topyekun saldırıya geçince, evdeki hesaplar çarşıya uymadı.
Gülen’in beklediği Erbakan'ın ordudaki, Emniyet ve istihbarattaki BÇG taraftarlarını tasfiye etmesi idi. Erbakan bunu yapmayınca, (çünkü harekete geçerse, bunların kan dökme niyetinde olduğu gördüğü için “bakalım bu işin sonu kanlı mı olacak kansız mı” dedi), Gülen o “beceremedin” sözünü söyledi ardından da Erbakan başbakanlıktan feragat etti ama Demirel görevi “kızı”na değil, BÇG’nin adayı Mesut Yılmaz’a verdi. REFAHYOL yerine ANASOL-M getirildi. Bu hükümete itibar kazandırmak için yine FETÖ gibi bir proje olan APO bir bakıma feda edildi, asılmamak şartı ile teslim edildi.
Gülen, Erbakan’a bu süreçte “Beceremedin git” diyecekti.
Çünkü ona göre becermesi gerekenler BÇG kanadı idi.
Hemen ardından Gülen aleyhine bir hafta süren bir yayın furyası başladı.
F.G. Pensilvenya’ya gitti.
Ardından aynı ekip aynı şekilde bir hafta süre ile benim hakkımda yayına başladılar. Türkiye'yi terketmemi istiyorlardı.
O dönemde, BÇG kanadının kanlı senaryosu ile ilgili olarak, Erbakan’ın “kanlı mı olacak kansız mı” sözlerine sebeb olan, olay, bana ulaşan bilgi notunu hocaya iletmem oldu. Erbakan onların halkı sokağa dökerek kan dökmesinden endişe etti. Ama o sözü çarpıttılar. O konuyla ilgili söylenecek çok şey var da, kime ne söyleyeceksin.
Zaten o bilgi notunun devamı olarak, benim o bir hafta süren yayınların ardından ülkeden ayrılmayınca, Cuma dergisinde yazdığım bir yazı ve derginin kapağındaki mesaj dolayısı ile Çetin Doğan, Hurşit Tolon ve MGK Gen Sek’inin suç duyurusu sonucu askeri mahkemede hakkımızda açılan dava 7,5 yıl sürdü.
Birileri konuşmamı istemiyordu.
Kime ne anlatacaksınız?
Uydurulmuş sanal gerçekler hakikat gibi sunuldu sağ ve sol media tarafından ve her iki kanadın mediası’nın haberleri yorumları aynı merkez tarafından üretiliyordu.
AK Partinin kuruluş süreci, Erdoğan’ın tutuklanması, siyaset yasağı ve o yasağın kaldırılması, hepsi çok özel şartlarda gerçekleşti.
AK Parti'nin kuruluş sürecinde PAM’a bakmak gerek.
Daha önce kurulan SPAG’a bakmak gerek.
İnsanların çoğu gerçeği duymak bile istemiyorlar.
Çünkü onların kutsal yalanları var.
AK Parti kuruldu, Ergenekon ve Balyoz aslında FETÖ’nün, REFAHYOL’da yarım kalan işinin devamıdır. Balyoz'da müdahildim. Dolmabahçe mutabakatı ile o süreçte kesildi.
Bakın 8-10 Temmuz 2004 tarihinde ABD Başkanı Bush'un ev sahibi olduğu Sea Island, Georgia'da düzenlenen G8 zirvesi ardından BOP’un temelleri atıldı. Hatırlarsanız 11 Eylül 2001’de ABD’de ikiz kulelere saldırı olmuştu. Erdoğan’ın eş başkanı olduğu BOP, aslında FETÖ’nün arkasındaki ABD, AB, NATO aklının ürünüdür. FETÖ başlangıçta ne istedi de alamadı. ABD, NATO, AB, İngiltere, Yahudi fonları ve Vatikan tarafından hoyratça desteklendi. Nerede ise tüm dünyada örgütlendi. Trilyon dolarlı bir mali kaynağa sahip oldular.
Orduda, İstihbaratta, eğitimde, Diyanette, Siyasette, Bürokraside, İş dün yasında her yerde vardılar. Siyasete de hakim olmak isteyince “The Cemaat” ve AK Parti yol ayırımına geldi. İpler 15 Temmuz da koptu.
İktidarı 6 ay öncesinden uyaran da bendim. AK Parti, 2020 başında yazdığım “AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’liler ve AKP’nin papatyaları” yazımdaki mesajı da anlamış değiller. 15 Temmuz’da, Köyceğiz’de “FETÖ ve Darbeler”konulu bir konferans veriyordum, Erdoğan'ın oteline operasyonun olduğu yere 20 Km uzakta. Çocuklarım Dalamana gittiler bir taşkınlık , kargaşa olur mu diye. O gece Emniyet İstihbarattan sorumlu Gn. Md. Yardımcısı Gülcü ile temas halindeydim. Meclisteki Milletvekilleri ile, İstanbul’da Özgürder’deki arkadaşlarla, Ankara’da Yusuf Kara ile temas halindeydim.
Bakın bu işin SSCB’nın dağılmasından sonra yeniden örgütlenmesi sürecinde ve 54 yıllık gazetecilik hayatımda bu ülkede bu örgütü en iyi bilenlerden biri benim. Çoğu kişinin işi gerçekler olmadığı için, ne meclis araştırmalarında, ne mahkemelerde beni dinlemek istemediler.
Halbuki, 28 Şubattaki Sincan toplantısını Kudüs platformu adına düzenleyen bendim.
Beni o konuyla ilgili sanık da yapmadılar, tanık da, çünkü tanıklığım tarafların iddiaları ile, onların menfaatleri ile uyumlu değildi.
Ey halkım sağı-solu, milliyetçisi-Liberali, Alevi’si-Sünni’si, Kürdü-Türkü ile dahili ve harici güçler ve onlarla siyasi emellerini ve şahsi çıkarlarını tevhid eden birileri bizi aldattı ve aldatmaya da devam ediyor. Celladına aşık bir halka dönüştürüldü toplum. Bugünlere böyle geldik.
The Cemaat olayından sonra doğru düzgün cemaat kalmadı.
Biri gitti, onun peşinden 40’ı geldi.
“İman, İhlas Uhuvvet” temelli bir dini hareket kendi içinde Tahşiye, Gülen, Med Zehra, Nu Bihar, Yeni Asya’cısı, okuyucusu, yazıcısı 40 parçaya bölündü.
Sonrasını ne kadar biliyorsunuz bilmem ama, 15 Temmuz öncesi ve sonrasında çok şeyler oldu.
Ve bu işte şimdi sureti haktan gözüken sağdaki ve soldaki bir çok kişilerin bu süreçte doğru yerde durduklarından emin değilim.
Çoğu kimsenin gözleri fıldır fıldırdı.
Öyle ya, kazanan tarafta olmaları gerekiyordu. Öncesinde de sonrasında da adalet, ehliyet ve liyakat, rüşvet ve torpil iyi değildi, sonra da bir türlü düzelmedi. Bugünlere de durduk yerde gelmedik.
Ha, bu arada bir takım troller keşke bu süreçte şu benim hakkımda AK Parti 80 ilde ve KADEM’in suç duyurusu ile açılan davaya konu, “FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’liler ve AKP’nin papatyaları” dediğim için yargılandığım “AKP’nin Papatyaları” yazısını bir okusalar bu vesile ile. O zaman anlarlar sözünü ettiğim bu ''fahişeler ve türevlerine'' İK’larında pozitif ayırımcılık kararı alanlar kimlermiş!
Ve bizim bir kısım yeşil sermaye sahibi olanlar nasıl bugün “Yeşil Kemalizme” dönüşmüş, ve İsrail’le ticaret konusunda ayak sürüyenler kimlermiş daha kolay anlarlar..
Yahudilere lanet ederken Yahudileşme temayülü gibi, FETÖ’yü lanetlerken FETÖ’yü taklit eden, ona benzeyen cemaatlar nasıl ortaya çıkmış daha iyi anlarlar.
İstanbul sözleşmesi ve Lanzarote sürecini, BOP sürecini yeniden gözden geçirmek gerek.
Ha, bu arada CHABAT ve AGARTHA , TramnsHumanizmci GlobalReset çetesi, FETÖ ya da PKK’dan daha masum örgütler değil.
Hatta kıyas bile edilemez.
Selam ve dua ile.